Hayatın Temsile Dönüşmesi & Gerçeklikten Sanallığa
Gerçeklik çoğu zaman yavaştır. Sabahın ağırlığı, yolda beklemek, bir kahvenin soğuması, bir yüz ifadesinin değişmesi… Bunlar “an”ın gerçek malzemeleridir. Sanallık ise hızlanmış bir dünya kurar: anlar kesilir, seçilir, parlatılır ve bir akışın içine yerleştirilir. Böylece insan, fark etmeden yaşadığı hayattan çok, hayatın “temsiline” yaklaşır.
Gerçeklikten sanallığa geçiş; bir gün bir tuşa basmakla değil, küçük alışkanlıkların birikmesiyle olur.
1) Temasın yerini ekranın alması
İlk kayma şurada başlar: Bir şey hissettiğimizde onu yaşamak yerine, onu hemen ekrana taşırız. Bir manzara gördüğümüzde bakmak yetmez; fotoğrafını çekmek gerekir. Güzel bir an “kayıt” altına alınmadıysa eksik kalmış gibi gelir.
Oysa gerçeklik, çoğu zaman “saklanmayan” anlarda tamdır. Sanallık ise anı tamamlamaz; anı kanıtlamak ister. Böylece yaşamak, yavaş yavaş “göstermeye” dönüşür.
2) Yaşamak yerine izlemeye alışmak
Sanal dünya, izlemeyi çok kolaylaştırır. İzlemek zahmetsizdir; eylem ise emek ister. İzledikçe zihinde ilginç bir yanılsama oluşur: Sanki hayatla temas etmişiz gibi… Ama temasın iz bırakan tarafı yoktur. O yüzden bir noktadan sonra “çok şey gördüğümüz” hâlde “az şey yaşadığımızı” hissederiz.
3) Anın bölünmesi: Dikkatin parçalanması
Gerçeklik bütünlük ister. Bir konuşmayı dinlemek, bir işi bitirmek, bir yürüyüşte düşüncelere dalmak… Sanallık ise dikkati böler: Bildirimler, kısa videolar, çoklu görevler… Zihin, sürekli küçük parçacıklara çekilir. Bu da gerçekliğin “derinlik” hissini azaltır.
Derinlik gidince anlam da zayıflar. Çünkü anlam, çoğu zaman dikkatle kurulur.
4) Kimliğin temsil hâline gelmesi
Gerçek hayatta kimlik akışkandır: Hataların, çelişkilerin, gelişimlerin vardır. Sanal dünyada ise kimlik çoğu zaman “düzenlenmiş” bir vitrindir. Ne göstereceğine karar verirsin, gerisini geri planda tutarsın. Bir süre sonra kişi, kendi hayatını bile vitrinden izlemeye başlar: “Ben nasıl görünüyorum?” sorusu, “Ben ne yaşıyorum?” sorusunun önüne geçer.
5) Duygunun hızla tüketilmesi
Gerçeklikte duygu, sindirerek ilerler. Sanallıkta duygu hızla tüketilir: bir şeye üzülürsün, bir sonraki içerik güldürür, sonra başka bir şey öfkelendirir. Duygular geçişken olur; ama derinleşmez. Bu da iç dünyada tuhaf bir boşluk yaratır: Çok uyarana maruz kalırsın ama içerde karşılığı birikmez.
6) Sanallık niye cazip?
Çünkü sanallık, gerçekliğin zorlandığı yerleri kolaylaştırır:
-
Yalnızlığı “kalabalık” gibi gösterir.
-
Belirsizliği “seçenek” gibi sunar.
-
Beklemeyi “akış”la unutturur.
-
Kusuru filtreyle düzeltir.
-
Zor duyguları hızlıca başka bir içerikle bastırır.
Bu yüzden sanallık, bazen bir eğlence değil; bir sığınak olur. Ama sığınak uzun süre kalınacak yer değildir. Uzadıkça, gerçekliğin kasları zayıflar: sabır, dikkat, ilişki kurma, sıkıntıya dayanma…
Geçiş sessizdir, ama izleri görünürdür
Gerçeklikten sanallığa geçiş; hayatın bir anda değişmesi değildir. Hayatın merkezinin değişmesidir. Merkez ekrana kaydığında, günler “yaşanmış” değil “tüketilmiş” gibi hissettirir.
Sanallıktan Gerçekliğe: Ekranın İçinden Hayata Geçmek
Bir ekranın ışığıyla başlıyor çoğu şey. Parmak ucuyla kaydırdığımız bir görüntü, birkaç saniyelik bir video, bir başkasının hayatından seçilmiş “en iyi anlar”… Sonra fark etmeden kendi günümüzü de o seçilmiş anların ölçüsüyle tartmaya başlıyoruz. Oysa “sanal” dediğimiz şey, çoğu zaman hayatın kendisi değil; hayatın filtrelenmiş, kesilmiş, hızlandırılmış bir temsili. Temsil arttıkça gerçekliğin sesi bazen kısılıyor. Ve insan bir gün şunu hissediyor: Her şey var gibi, ama ben yok gibiyim.
Sanal olan neyi büyütür?
Sanal dünya, bize hız verir: Daha hızlı haber alırız, daha hızlı tepki veririz, daha hızlı unuturuz.
Bize erişim verir: Bilgiye, insana, şehirlere, kültürlere bir tık uzaklıktayız.
Bize kontrol hissi verir: Beğeniriz, geçeriz, engelleriz, seçeriz.
Ama aynı zamanda bazı şeyleri de büyütür:
-
Karşılaştırmayı büyütür (benim sıradanım, başkasının mükemmeliyle çarpışır).
-
Dışarıdan bakmayı büyütür (yaşamak yerine izlemeye alışırız).
-
Sürekliliği büyütür (bildirimler hiç bitmez; zihnin dinlenmesi zorlaşır).
Sanal dünya, gerçeğin yerine geçmez; gerçeği yeniden paketler. Paket güzel olabilir, düzenli olabilir, estetik olabilir. Fakat paketle yaşam arasında bir fark vardır: Yaşam dokunur, kokar, yorar, iyileştirir, iz bırakır.
Gerçeklik neden ağır gelir?
Gerçeklik kusurludur. Planları bozar. İnsanları anlaşılması zor yapar. Günleri “mükemmel” olmaktan çıkarır.
Sanal dünyada bir “geri al” vardır; gerçekte çoğu cümlenin geri alı yoktur.
Sanal dünyada “en iyi versiyon” sergilenir; gerçekte ise çoğu zaman “yeterince iyi” ile yaşanır.
Bu yüzden gerçeklik bazen ağır gelir. Ama aynı ağırlık, aynı zamanda derinliktir. Derinlik olmadan anlam oluşmaz. Anlam oluşmayınca da insan, günlerin içinde gezinir ama hiçbir yere varmış gibi hissetmez.
Sanallıktan gerçekliğe geçiş bir “kaçış” değildir
Bu geçiş, sosyal medyayı tamamen bırakmak ya da teknolojiye düşman olmak değildir. Asıl mesele, teknolojinin bizi yönetmesi değil; bizim teknolojiyle ilişkimizi yönetmemizdir.
Sanallıktan gerçekliğe geçiş, küçük ama güçlü bir kararlar zinciridir:
-
İzlemek yerine yapmak: Bir şeyi “izlemek”, bazen “yapmış gibi” hissettirir. Oysa gerçek dönüşüm, eylemle gelir.
-
Bilmek yerine deneyimlemek: Okunan her şey bilgi olabilir, ama her bilgi bilgelik değildir. Bilgelik, deneyimin içinden süzülür.
-
Görünmek yerine olmak: Görünürlük kalabalık üretir; “olmak” ise sakinlik.
Bir günün içinde gerçeğe dönüş kapıları
Gerçeklik büyük ritüeller istemez; küçük temaslar ister.
Bir fincan kahvenin kokusunu gerçekten almak gibi.
Bir yürüyüşte kulaklığı çıkarıp şehrin sesini duymak gibi.
Biri konuşurken gözlerine bakmak gibi.
Bir deftere iki cümle yazıp “ben buradayım” demek gibi.
Gerçek, çoğu zaman “olağan”ın içindedir. Sanal dünyada olağan sıkıcı görünür; gerçekte ise olağan, hayatı taşır.
Peki biz ne arıyoruz?
Çoğumuzun aradığı şey daha fazla içerik değil; daha fazla temas.
Daha fazla bilgi değil; daha fazla yön.
Daha fazla takipçi değil; daha fazla yakınlık.
Sanal dünya bize kalabalık verebilir; ama yakınlık, genellikle gerçekliğin sessizliğinde büyür. Çünkü yakınlık, zaman ister. Zaman ise bildirimlerin en sevmediği şeydir.
